İslam İktisadına Giriş

0
1705

Özetleyen: Günay TERZİ

İslam İktisadının öncü isimlerinden M. A. Khan tarafından kaleme alınan kitabın ilk baskısı 1994 yılında yapılmıştır. Kitabın ana temasını; neo-klasik iktisadın insanı görmezden gelen yapısının ömrünü tamamladığı ancak İslam İktisadının bir umut ışığını içerisinde barındırması oluşturmaktadır. Önsözle başlayan kitap, “İslam İktisadına Genel Bakış”, “İslam İktisadının Doğası”, “İslam İktisadının Metodolojisi”, “Uygulamada İslam İktisadı”, “Gelecek İçin Bir Umut” ve “Araştırmaların Gelecekteki Rolü” başlıklarını taşıyan altı bölüm ile iki ekten oluşmaktadır.

Yazar, iktisadi sistemlerin modern insanın sorunlarını çözmede yetersiz ve başarısız olduğunu söylerken, İslam İktisadını, problemlerin çözümünde bir umut ışığı olarak görmektedir. Gelir adaletsizliğinin had safhada olması bir kesime benzeri görülmemiş hayat standartları sağlamakta, ancak başka bir kesim yoksulluk sınırı altında hayatını idame ettirmeye çalışmaktadır. Gelişmiş ülkelerde bile görülen işsizlik, enflasyon, gelir adaletsizliği ve çevre kirliliği insanın sadece bugününü değil geleceğini de etkileyecektir. İktisadi sistemler ise insana maddi ve manevi refah sağlamaktan çok uzak görünmektedir. Tamda bu noktada yazarın dikkatlerimizi çekmeye çalıştığı şey, İslam İktisadının insanın saadetini sağlamada taşıdığı potansiyeldir. İslam İktisadı, insanın ekonomik problemlerine kapsamlı çözümler getirmekle kalmaz, aynı zamanda insanların eşit muamele gördüğü, kaynaklar üzerindeki tekelin reddedildiği, gelirin adil bir şekilde dağıtıldığı ve insanın sorumlu olduğu bir hayatı vaad eder. Bu bölümde, İslam’ın dünya görüşü, iktisadi organizasyon, mali yönetim, yoksulluk, paranın rolü gibi meselelerde kısa açıklamalar yapılarak İslam ve kapitalizm arasındaki farklılıklar resmedilmeye çalışılmaktadır. (sy: 5)

Yazara göre; İslamî iktisadi bir sistemde insan hem bencil hem fedakârdır. Ancak kapitalist sistemde insanın istediği zaman fedakâr da olabileceği gerçeği göz ardı edilmektedir. İslamî iktisadi bir sistemde ekonomik gücün toplumun tabanına yayılması, iştirakler, işçi şirketleri miras hakkı ve serbest piyasa akışı yolu ile sağlanmaktadır. Ancak kapitalist sistemde bu durum faiz, ücretli işçi, sınırlı sorumluluk ile sınırlı bir tabana yayılmaktadır. Kapitalist sistemin en önemli özelliklerinden biri paranın hem mübadele aracı hem de meta olarak görülmesidir. İslamî bir sistemde para sadece mübadele aracıdır, meta değildir. (sy: 29)

İkinci bölümde İslam iktisadının ana ilkeleri ortaya konulmaktadır. İslam İktisadı ekonomistlerin henüz yeterince dikkatini çekmemiş olsa da son dönemlerde ciddi bir ilgi uyandırdığı görülmektedir. Yazara göre, bu ilginin temelinde bazı faktörler yatmaktadır. Birincisi, insanların karşılaştığı ekonomik problemlerin çözümünde klasik iktisadın derde deva çözümler geliştirememiş olmasıdır. İkincisi, neo-klasik iktisadın insanı temele alan yaklaşımdan uzak olması ve gerçek dışı varsayımlara dayanmasıdır. Üçüncüsü, kapitalizmin kültürel değerlere, kurumlara ve teknolojilere kulak tıkamış olmasıdır. Dördüncüsü, uluslararası iktisadi düzenin, fakir ülkeleri sömürüsünün mubah ve olağan görülerek sömürünün kurumsallaştırılmış olmasıdır. Bu sebepler, ekonomik problemlere yeni bir bakış açısı ihtiyacı hissedildiğini gözler önüne sermektedir. (sy: 34)

İkinci bölüm İslam iktisadının doğasını, kapsam ve konusunu tanımlama girişi olarak değerlendirilebilir. Yazar, İslam iktisadının şimdiye kadar pek çok Müslüman iktisatçı tarafından farklı şekillerde tanımlandığını vurguladıktan sonra kendi tanımını yapmaktadır. Yazara göre İslam iktisadı; “yeryüzündeki kaynakların, iş birliği ve katılım temelinde organize edilmesi ile gerçekleştirilen insan felahının incelenmesini amaçlamaktadır”. Bu tanımda felah, kaynaklar, iş birliği ve katılım kavramlarına dikkatimiz çekilmektedir. Felah çok boyutlu bir kavram olarak ele alınmaktadır. Felah bireysel davranışlara olduğu gibi toplumsal davranışlara da etki etmektedir. İslamî bir iktisadın temel hedefi, ahirette felaha ermek olsa da dünya hayatındaki felah da insan için bir ödül mesabesindedir. Yazara göre, felahın birbiriyle ilişkili manevi, iktisadi, kültürel ve politik koşulları bulunmaktadır. Kaynaklar, İslam İktisadında öneme haiz olan bir diğer kavramdır. Tüm insanlar için yaratılan kaynaklar, insanın felaha ulaşmada kullanması gereken araçlardır. Ancak kaynaklar, Allah’ın emirleri göz önünde bulundurularak kullanılmak zorundadır. Hiç kimsenin başkalarının kaynakları üzerinde tekel kurarak kullanma hakkı yoktur. İslam’ın özünde kimsenin mahrum bırakılmadan kaynaklardan istifade edilmesi gerekliliği yatmaktadır. (sy: 36)

 Yazara göre, İslam insanlar arası ilişkilerde iş birliğini emreder. İktisadi davranışlarda iş birliği ve katılım esastır. Zekât bu konudaki en önemli örneklerden biridir. İslam her Müslümanın kaynakların bir bölümünü kardeşleri için ayırmaya, onlarla paylaşmaya teşvik eder. Adaletsiz dağılımın ortadan kaldırılması için en önemli yol katılım ruhunun sağlanmasıdır. (sy: 52)

Yazar; Kur’an, sünnet, İslam Hukuku ve İçtihat, Müslümanların tarihi ve iktisadi hayatla ilgili verileri, İslam iktisadının üzerinde yükseldiği temel ilkelerin kaynakları olduğunu dile getirmektedir. Bir Müslüman için Kur’an’ın emirleri sabittir ve ekonomik faaliyetler hakkında hadislerin Müslüman tarafından biliniyor olması, iktisadi eğitimin temel bir parçası olarak görülmektedir. Müslüman iktisatçılar zengin fıkıh geleneğinden istifade ederek bugünün problemlerine çözüm üretmelidir. Bu noktada iktisatçılar ile din alimlerinin iş birliği yapması elzemdir. Müslümanların tarihi, iktisadi hayata dair bilgi içermektedir. Geçmiş dönemlerde yaşanan olaylar, günümüz ekonomik sistemindeki bazı problemleri ışık tutacak bilgiler içermektedir. O halde henüz yazılmamış olan Müslümanlara ait İktisat tarihinin aydınlatılması yolunda adımlar atılması faydalı olacaktır. Aynı durum gerçek hayat verilerinin araştırma kapsamına alınması için de geçerlidir. Zira bu veriler ekonomi için nesnel koşullara işaret etmektedir. Gerçek hayat verileri, İslam’ın emirlerinin muhtelif iktisadi değişkenlerin davranışı olan etkisinin incelenmesi ve İslam’a uygun olarak dönüştürülmesi için yeni ufuklara yelken açmayı kolaylaştıracaktır. “İslam ekonomik meselelere nasıl yaklaşır?” sorusuna cevap arayan yazar, İslam İktisat metodunun ideolojik içerik için temel ve bağlayıcı bir rol önerdiğini, önermelerin ise İslam Hukuku tarafından tanımlandığını vurgulamaktadır. Müslüman iktisatçı analiz yaparken Allah’ın vahyettiği ile gerçek hayat verilerini ve aklını mezcederek bir sonuca ulaşır. (sy: 56)

İslami bir perspektiften bakıldığında, insan davranışlarının bir bütün olduğu görülmektedir. İnsan hayatının birbirini etkileyen pek çok alt sistemlerden oluştuğunu düşündüğümüzde, ekonomik sistemde alt sistemlerden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. İslam İktisadı insan davranışlarına bütüncül bir gözle bakmaktadır salt piyasa değişkenleri ile değil. Yazara göre bu durum İslam iktisadının disiplinler arası oluşunun bir göstergesidir. İslam iktisadının içeriğinin normatif olduğu vurgulanmaktadır. Ancak pozitif içeriğe sahip olduğunu da unutmamak gerekir. İslam İktisadı fıkhi emirlerin, ahlaki değerlerin ekonomik değişkenler üzerindeki etkisi hakkında söz söylemektedir. Müslüman iktisatçı modern iktisadın kullandığı araçları kullanabilir. Ancak burada sorulacak temel soru İslam İktisadının neo-klasik iktisat ile karşılaştırıldığındaki konumu olacaktır. Yazara göre bu sorunun net bit cevabı olmamakla birlikte umut verici yaklaşım “icmalist” olarak nitelendirilen bir grup tarafından ortaya konulmaktadır. Burada amaç batıyı eleştirmeden İslami disiplinler oluşturma çabasıdır. Ancak Kur’an ve sünneti neo-klasik iktisadın verileri üzerinden okuma tehlikesine karşı uyanık olmak bir gerekliliktir. (sy:59)

İslam İktisadının metodolojisinin tartışıldığı üçüncü bölümde, yazarın amacı; ana akım iktisat metodolojisi ile İslam İktisadı metodolojisinin farklılaştığı yönlerin ortaya konulmasıdır. Bu bölümde yazar iki temel sorundan hareket etmektedir. Birinci soru, iktisadın metodolojisini neden tartışırız? İkinci soru, İslam İktisadında bir metodolojiye neden ihtiyaç duyarız? İktisat metodolojisinde pek çok görüşün olması iktisatçıları belirli bir pozisyon almaya sevk etmiştir. Her bir metodolojik görüş, hakikate kendisinin diğerlerinden daha kesin ulaştığını savunmaktadır. Her insanın hakikate ulaşma isteğini içinde barındırıyor olması metodolojik tartışmalara olan talebi artırmaktadır. Kur’an kendisinin kesin bilginin kitabı olduğunu ifade etmektedir. Esasında bütün tartışma doğrunun yanlıştan ayrılmasında tutarlı kurallar oluşturulmasının hedeflenmesinden doğmaktadır. Neo-klasik iktisat tarafından kabul edilen insanın rasyonel davranma eğilimi, maddi açıdan ilerlemenin en üst amaç olması ve kendi refahını maksimize etme eğilimi, İslam İktisadı perspektifinden kabul görmemektedir. İnsan bencildir. Ama aynı zamanda fedakardır. Zira fedakârlık bencillik kadar hayatın gerçeğidir. Maddi ilerleme bir İslam toplumunda en üst hedef değildir. Dünyadaki refah ahiretteki felaha hizmet etmelidir. İslam kendisi için neyin daha iyi olacağını bilme noktasında insanın yetersiz olduğunu düşünmektedir. Yazar bu düşüncelerden hareketle ana akım iktisatla İslam İktisadının temel varsayımlarda birbirinden farklı olduğunu savunmaktadır. İslam İktisadının özünü vahiy ve sünnet oluşturmaktadır. Ayetler tarafından ortaya konan ekonomik prensiplerin tasdik edilmeye ihtiyacı yoktur. İslam İktisadı sorunlara doğrudan rehberlik eder ve insan akıl ve zekasının ilahi çerçeve göz önünde bulundurularak uygulanmasına ihtiyaç duyar. (sy: 68)

Yazara göre İslam İktisadı tümevarım ve tümdengelim akıl yürütme metodundan ikisini kombine ederek istifade etmektedir. Tümevarımsal yöntem Müslümanlar tarafından ortaya konulan bir geleneğin devamıdır. Ancak burada tartışılan şey sadece tümevarımsal yöntemin kullanılarak bilimsel bir sonucun çıkarılıp çıkarılamayacağıdır. İnsan zekâsı, bilginin bir kaynağı olmakla beraber başka bilgi kaynakları olduğunu da göz ardı etmemek gerekir. Buna örnek olarak vahiy ve önseziyi vermek mümkündür. Yazarın bu tartışmada vurguladığı temel nokta teorinin kaynağının tümevarımsal ya da apriori olabileceği ancak Müslüman iktisatçıların bu teoriyi ilahi metin, akıl ve ampirik bulgular çoklu kriterleriyle test etmeleridir. (sy: 70) İslam İktisadı insanın tam ön bilgiye ulaşamadığı, farklı insanların farklı bilgilere sahip olduğu durumlarda gerçek hayat durumunu kabul eder. Bu durumda insan davranışları gözlemlenerek, mevcut bilgiler de göz ardı edilmeden hipotez geliştirme yoluna gidilmesi gerekecektir. Bu durum ise beraberinde farklı disiplinleri ve farklı araştırma metotlarını gündeme getirmiş olacaktır.

Yazara göre, İslam İktisadının bir varsayımı insanın hem bencil hem de fedakâr olmasıdır. İnsan fedakârlık davranışını geliştirebilir ve onu kalıcı hale getirebilir. Bir diğer varsayıma göre, insan eksik ön bilgiye sahiptir. Ahiretteki felaha erişebilmek için dünya hayatındaki zenginlik feda edilebilir. Yazar İslam İktisat metodolojisini ana akım iktisat metodolojisinden ayıran temek faktörleri şöyle sıralar:

  • İslam İktisadının kökeni kutsal metinlerdir.
  • İslam İktisadı tümevarım metodu kullanmaktadır.
  • İslam iktisadı normatiftir.
  • İslam iktisadı ana akım iktisat tarafından ele alınanlardan daha farklı soruları inceler. İslam İktisadı bireyin ve toplumun felahını maksimize edecek koşulların ortaya konulmasıyla ilgilenmektedir. Bu bölümde yazar tarafından dile getirilen en dikkat çekici düşüncelerden biri ideal İslam toplumu varsayımıdır. Yazara göre, ideal İslam toplumu hakkında zengin bir literatür bulunmaktadır. Ancak bu ideal toplumun gelecekteki varlığı hakkında da şüpheler vardır. İdeal toplum bir ilke olarak kalabilir. Ancak hali hazırdaki İslam toplumunun gerçekliğinin araştırılması gerekliliği de unutulmamalıdır. Pek çok Müslüman iktisatçı enflasyon, işsizlik, gelir adaletsizliği gibi temel problemlerin İslam toplumlarında olmayacağını düşünse de bu problemler hayatın gerçeğidir ve ideal bir İslam toplumunun ortaya çıkmayacağına garanti verebilmek mümkün değildir. (sy: 80)

Uygulamada İslam İktisadının ele alındığı dördüncü bölümde yazar, İslami bankalar, zekât, hisbe, vakıf gibi kurumlar hakkında kısa açıklamalar yapmaktadır. Yazara göre İslami Finans kavramı insanların zihninde “faizsiz banka” olarak şekillenmektedir. İslami bankalar tarihi seyir içerisinde mesafeler kat etmiş olsalar da bugün pek çok problemle karşı karşıya kaldıkları görülmektedir. Fonlarını kısa vadede koyabilecekleri faizsiz bir mekanizmanın geliştirilememiş olması, yapılan uygulamaların özende faizi kaldırmadıkları halde sadece isim değişikliğine yöneliyor olmaları ile kendi ülkelerindeki merkez bankaları tarafından destek görmemeleri en çok karşılaştıkları problemlerdir. Bu bankaların gelecekteki durumu faize alternatif oluşturma yetenekleri ile doğru orantılı olarak görülmektedir. (sy: 89) İslam’ın ilk döneminden beri var olan vakıf müessesesi önemli sosyo-ekonomik rolleri üstlenmiş, neredeyse tüm İslam toplumlarında varlığını devam ettirmiştir. Zekât yoksulluğun ortadan kaldırılmasında önemli bir araç olurken, hisbe piyasaları denetleyen bir mekanizma olmuştur. Ancak sigorta işlemi Müslüman devletler tarafından mesafeyle yaklaşılan bir kurum olmuştur.

Beşinci bölümde İslam İktisadının gelecek için bir umut olacağı düşüncesinden hareket edilmektedir. İşsizlik, enflasyon, kalkınma gibi kronik ekonomik problemlere İslamî bir bakışın sunabileceği çözümler tartışılmaktadır. Yazarın bu bölümdeki amacı, ciddi sorunlarla uğraşmaktan bunalmış toplumlara İslam ekonomisinin içerisinde nasıl bir umut ışığı barındırdığını ortaya koymaktır. Yazara göre faizin ortadan kaldırılması, işlevselliğini yitiren zekât müessesesinin etkin hale getirilmesi, denk bütçe ve sağlıklı bir tüketim alışkanlığının oluşturulması işsizlik ve enflasyonla mücadelede temel yaklaşım olacaktır.

İslam plansız bir teknolojik gelişmeden ziyade ahlak ile uyumlu seyreden bir teknolojiyi desteklemektedir. Buradaki en önemli düşünce teknolojinin istihdam üzerindeki etkisidir. İslam bir buluşun piyasaya girmesinden önce bu yeni teknolojiden etkilenecek insanların eğitilmesi ve istihdamın sağlanması üzerinde titizlikle durmaktadır. Teknoloji, çevreye zarar vermekten uzak, etik ilkelere sahip iş birliğine de açık olmalıdır. (sy:110)

Kitabın altıncı ve son bölümünde, alanda yapılacak araştırmalar için öncelikli konulardan bazıları üzerinde durulmaktadır. Yazara göre, modern insanın gelecekte karşılaşması muhtemel problemler, insanlığı İslami çözümlere zorlayacaktır. Burada göz önünde bulundurulması gereken temel unsurlardan ilki, beşerî problemlerin bütüncül bir bakış açısıyla değerlendirilmesi gerekliliğidir. İkincisi, faizin ortadan kaldırıldığı ve âtıl kaynakların toplumların lehine kullanıldığı bir mekanizmanın ortaya konulmasıdır. Faizin ortadan kalktığı gün insan için gerçek bir özgürlük günü olacaktır. Üçüncüsü, teknolojiye hak ettiği ilginin gösterilmesidir. Dördüncü ve sonuncusu ise güçsüzlerin güçlülerden nasıl korunacağıdır.

Kitabın sonundaki iki ekten birincisi anonim şirkette hissedarların sorumluluğunu tartışırken ikincisi proje değerlendirmesinin hesaplanmasını tartışmaktadır. Kitapta anlaşılır ve sade bir dil kullanılması okuyucunun takibini kolaylaştırmaktadır. Ayrıca kitap İslam İktisadı hakkında bilgi birikimine sahip olmayanlar için yeni bakış açıları sağlamaktadır.

İslam İktisadına Giriş