Sezai Karakoç – İslam Toplumunun Ekonomik Strüktürü (Kitap Özeti)

0
486

Sezai Karakoç – İslam Toplumunun Ekonomik Strüktürü (Kitap Özeti)

Rumeysa Çiftçi

Özetini ele aldığımız bu kitap 13. baskı, İstanbul – Ağustos 2013 senesine ait olup Sezai KARAKOÇ tarafından kaleme alınmış ve Diriliş Yayınları aracılığıyla bizlere ulaştırılmıştır. Eserin ilk baskısı 1967 senesinde Ötüken Yayınevi tarafından çıkmış, ikinci baskıdan bu yana Diriliş Yayınları bu görevi üstlenmiştir. Eser 7 kısım halinde ele alınmış 60 sayfadan oluşmaktadır.

Yazar İslam’ın iktisadi yapısında kendine özgü literatürün olmamasını batının kavramlarını kullanmasını ve taklitten uzak kalmamasına bağlayarak eleştiri ile başlamıştır (s.7). Kapitalist, sosyalist veya liberalist bir yazarın kendi savunduğu ve yaşadığı toplumun düşüncelerinden sıyrılamadığı ve İslam’ı bağımsız bir düzende ele almadığı sürece İslam iktisadi iç yapısını tam ifade edemeyeceği ortaya koyduğu düşüncelerin sadece kendi düşüncelerini güçlendirmeye hizmet edeceğinden ancak İslami bir yazarın İslam tezini ortaya koyabileceğini ifade etmektedir(s.8-9).
İslam’ın kendi öz deneyinde , teklif ettiği düzeni sağladığında hem batı ve komünist yapılar için kapitalizm- komünizmin yarattığı buhranlardan kurtaracak çözüm kaynağı olacağı hem de klan ekonomisinden çıkmaya başlayan ülkelerin kalkınmasında alternatif olacağı dile getirilip İslam’ı yaşayan toplumların mutlu olduğu, ondan uzaklaşan toplumların da sefalete düştüğüne vurgu yapılarak kapitalizm , sosyalizm gibi sistemlerden ayrıldığına öyle ki medeniyetlerin inanç ahlak, hukuk, gelenek veya iktisat yapıları arasında benzerliğe odaklanıp ayrılığı görmezden gelmenin sistemleri dönüşüm çabasına girmenin yanlış olacağı, incelenen olayların en özel noktasını kaçırmak olacağından başlangıçta yanlış yöne gidildiğinden çıkarılan sonuçların da hatalı olacağına değinilmiştir(s.11-13).
Yazar İslam’ın her alanında olduğu gibi iktisat alanında prensiplerinin olduğu ifade ederek 3 başlangıç prensibe değinmiştir:

1.İslam’ın batılı ve diğer sistemlerden farklı olduğu kabullenmek,
2.İslam, inanç, ahlak, hukuk vb. tüm alanlarıyla bağlantılı olarak iktisadi iç yapısını oluşturmaktadır,
3.İslam ülkelerini geçmiş ve bugünkü durumlarını beraber ele alarak incelemede bulunmak, zira geçmişi kambur olarak görmek yerine batının tüm gücüyle yüklenmesine karşın onu tamamen çökmekten kurtaran rolüne vurgu yapılmaktadır (s.14).
Prensipleri dile getiren yazar , İslam toplumlarında tefeciliğin azaltılması ya da zekâtın refahı arttırması üzerinde dini kuralların bir etkisinin ne derece olduğunu tespite yarayan çalışmaların nedense düşünülmediği serzenişinde bulunmakta ve İslam iktisadını inceleyenlerin bu faktörleri de dikkate alarak teori kurmaları gerektiği önerisinde de bulunmuştur (s.15).

Yazar cümlelerine batılı sistemlerin sandığının aksine İslam’ın bir doktrinle sınırlı kalmadığı, dünya görüşü, yaşayış biçimi olduğunu ifade ederek İslam’ın Marksist altyapı teorisi ya da liberal homoekonomikus modelinden uzak olduğunu peygamber ve filozof kıyaslamasında bulunarak izah etmiştir (s.16). Peygamberlerin vahiy alma özelliği sayesinde insanın özünü ve yaratış gücünü görebileceklerini, filozoflarınsa gözleme dayanan tezlerinin yaratışın dışına çıkarak ortaya koyduğu ve insanların özüne kısa süre dokunuyormuşçasına göz boyadıkları tıpkı liberalizm ve kapitalizm yok olup gitmesi ardından yeni iktisat sistemlerinin yerini almasına benzetmektedir (s.17).
Liberalizmin teoride kalıp uygulama da kapitalizmin düşüncelerini yansıttığını , sosyalizmin de teorik prensip yığını olarak uygulamada komünizmi temsil ettiğini ifade ettikten sonra iki sistemin de kendi toplumları dışında kalan tüm insanlığı sömürmek ve ezmek amaçlı kurulduğunu vurgulamak için Camus’un ‘’Nihilist görüşlü modern diktatörlerin nihayetinde teröre gitmesi gibi materyalist zihniyetli batılı ekonomik yapılarında sonunda sömürücü özellik ediniyorlar’’ sözüne yer vermiştir ( s.18-19). Bu yapı ve bu prensipler arasında uyumun, paralelliğin bulunmadığı uçurum ve zıtlığın olduğu hatta bu toplumların eridiği , kısa bir süre uygulanıp terki için dünya savaşlarına sürüklendiği ,liberalizm veya sosyalistim demenin aldatıcı ve oyalayıcı sözde prensiplerin hiçbir anlam ifade etmediği söylenerek yazar tarafından tüm bu sistemlerin adeta çökmeye mahkum kalacağı ispatlanmaya çalışılmıştır(s.20).
Yazar bu sistemleri eleştirdikten sonra İslam iktisat sistemini ele almış, her çağda ve her gelişmede uygulanan prensipleri barındıran yapısıyla süreklilik içeren yapısı vurgulanmış, yoksullukla hiçbir zaman karşı karşıya kalmadığını ifade ederek de çökmekten uzak olduğunun üzerinde durmuş öyle ki batılı sistemlerin iktisadi başarısızlıklarını İslam’a değil İslam’ın teklif ettiği düzeni yaşamanın terkine yormuştur(s.21).

Kapitalizm, insan yerine eşya ve ticareti önceler ,tüketim üretimin peşinde gitmiş gibi görünse de bunun tam aksi akım doğmuş , üretim üzerine kendini adamış gibi görünse de aslında üretimin tüketimi arttırdığı tüketimin de üretimi kamçıladığı birbirini tetikleyen sonsuz koşu benzetmesi yapılmış öyle ki yazara göre en büyük zıtlığın kapitalizmin öz yapısından kaynaklandığının farkına varamaması olmuştur bu çıkmaz durumu şu şekilde izah etmiştir; Kapitalizm üretimi arttırırsa pazar alıcısı bulamayacağından buhrana girecek, eğer pazar ülkelerine yardım ederse bu ülkeler büyüme potansiyeli elde edecek ve kapitalizmin karşısına tehlike olarak çıkabilecektir yardım etmezse ürettiklerine alıcı bulamayacak ,üretimi idealleştirirken asıl problemi tüketim olarak kalacaktır.(s.22-23).
Komünizmde buhran yaşamış kapitalizmin tam tersi çizgi de aynı yol izlese de tüketimi idealleştirirken üretim problemi ile karşılaşmış, birbirini yiyen çark dişlisi gibi üretim ve tüketimin aralarındaki bağı kopup düşman oldukları ifade edilmiş, tüketimin yöneticilerin elinde olduğu halkında korkakça haklarını dahi çekinerek talep ettiği gizli bir ayaklanma psikolojisi içinde oldukları bahsederek böyle bir toplumda üretimin tüketimi, tüketiminde üretimi köreltmesinin kaçınılmaz bir son olduğu ispat edilmeye çalışılmıştır (s.25-26).
Bu iki sistemin mutlu toplum oluşturma çabasının hüsranla sonuçlanacağını izah ettikten sonra İslam’ın üretim- tüketim ilişkisinde ölçü etrafında kurulduğu düzene değinilmiş; Bu düzende insan ekonomiye değil ekonomi insana göre şekillenmekte, israf yasağı tüketime sınır koymakta, faiz yasağı haksız kazancın önüne geçmekte, zekât refahı topluma yayan bir araç olmakta böylece tüketim azlığı batılı sistemlerde olduğu gibi üretimi teşvike engel olmayıp ,iktisat alanı hayatın tüm alanları ile uyum haline gelmektedir (27-28).
İslam iktisat alanında bizzat evrenin Yaratıcısının teklifi ve sistemi olarak, batılı sistemler gibi hayatın sadece bir yüzüne bakmak yerine her yüzüne bakmış böylece hayatı kaostan kozmos haline getirmeyi başarmıştır. Öyle ki faizin görünüşte mali yasak gibi görünse de iç yüzünde borçlunun evinin gölgesinden yararlanmaktan dahi imtina eden takva boyutunun olduğu izah edilerek İslam’ın hayata yön ve anlam veren tarafına ışık tutulmuştur(s.28) .

Kapitalizmde , mülkiyeti tek kişiye verilmiş, malı ele geçirdikten sonra başkalarını uzak tutan adeta insanın savaşarak eşyanın tanrısı olduğu ifade edilmiş ,kendini toplum dışına konumlandırıp topluma hınç duyan sadece bir kişinin cennet diğerlerinin ise cehennem olduğu modern görünüşlü sistem olduğu dile getirilmiştir (s.29).
Komünizmde , insan mülk edinmeye ehil görülmemiş, cehennemin bizzat insan olduğu eşyanın tanrı yani totem ve tabu olup insanın köle haline geldiği , insanın bağımsız olarak bir birim yerine birimin unsuru olduğu ve ancak toplum halinde eşyaya dokunabileceği bir tablo çizilmiştir(s.31). Kapitalizmin insanı, komünizmin eşyayı tanrılaştırmasından sirayet eden sözde modern iki sistemin insan mutluluğunu sağlamasına imkan olmadığı dile getirilerek İslam düşüncesine yer verilmiştir.
İslam’da insana Yaratıcısının izni ve bağışıyla izafi hak tanınmış, batılı sistemler gibi mutlak hak söz konusu olmamış, toplum ve insan uyum içinde hak ve sorumluluklara sahip olmuş, öyle ki miras ve mülkiyet hakkı gerekirse toplumu boykot edeceği hak insana tanınmış ,Yaratıcısının koyduğu kurallar dahilinde insanın; hayvana, bitkiye, bir taşa dahi hakkı bulunmakta ve bu kurallara uyduğunda Yaratıcısının rızasını kazanacağına , ebedi mutluluk elde edeceğine , uymadığında cezasının olacağına yer verilmiştir(33-35).

İslam mülkiyet hakkının en üstününü insana tanımış ve onu yeryüzünün halifesi sıfatı ile nitelendirmiştir böyle bir sıfatın sonucu olarak en büyük sorumluluğu ona yüklemiş ve bunu layıkıyla yerine getirebileceğine güvenilmiştir( s.37). İnsana verilen tüm haklarda Allah hakkı en üstün tutulmuş öyle ki eskiden padişahların kefenlerini mızrak ucuna takarak dolaştırdıkları bunun padişah da olsa her an ölecek gibi Allah’ı her an hatırlamayı simgeleyen bir durumu ifade ettiğine değinilmiştir(s.38-39).
Mülkiyet hakkı sonrasında İslam’ın miras hakkındaki görüşlerine yer verilmiş, kişinin doğal bir hakkı olduğu ve elinden bu hakkın alınamayacağı , bu hakkın sadece maddi hak olmayıp ilahi bir bağış olduğu üzerinde durulmuş mirası tasarruf ederken de bu şuurun taşınması gerekliliğinden bahsedilmiştir( s.40).
İnsanın şahsiyetli bir birim olarak görmenin ve mülkiyet hakkının sonucu olarak İslam ona şahsi teşebbüs hakkı vermiş, insanın emeği ve çalışması kutsal sayılıp yüceltilmiş , öyle ki ancak çalışmasıyla yeryüzünün halifesi olma sıfatının sorumluluğunu yerine getirebileceğine vurgu yapılmıştır(s.41). Zira İslam batılı sistemler gibi tek tarafa fayda sağlamak yerine fayda, ödev ve sorumluluklarının toplamının hak kavramını oluşturduğu, batının hak anlayışının dünya içini kapsadığı oysa İslam’ın hak perspektifinde dünyayı elde tutma aynı zaman da dünya üstü sorumluluk yüklenme şartının hakkı kullanmaya meşruluk kazandırdığı dile getirmiştir( s.42).

İslam, din ve erdem özelliğiyle kişi ve devlet arasında tam bir uyum sağlamış böylece ruhu itibariyle liberalizmden ayrılmakta, faiz düzenini yasaklayıp kazancı emeğe dayandırmakla da kapitalizmden, ticareti meşru görmesiyle sosyalizm temelinden ayrılmaktadır (s.44).
Komünizm özel sermayeye fırsat vermemiş , emeğin geçmişini inkar ederek emeğe saygısızlık da bulunmuş, parayla dolan sermaye gücünü emeğe üstün duruma getirmiştir. Buna karşılık İslam, sermayeye emekten bağımsız bir hak tanıyıp yarışa sürüklememiş , sermayeye ancak emek eşliğinde meşruluk kazandırarak emeğe tanıdığı saygıyı öne çıkarmış aynı zamanda faizi yasaklamış , devlete gerektiğinde emeğin lehine müdahale hakkını tanımış, gelir ve servetin sürekli vergisi olarak zekâtı alarak refahı topluma yaymayı amaçlamış kısacası emeği koruyan uyum ve denge tablosu çizmiştir.(s.45-46).
Yazar, İslam’ın iktisatla ilgili prensiplerinde din ruhu ve ahiret inancı bulunması , Yaratıcısına hesap verme bilincinin olması, faizi yasaklayıp zekâtı teşvik etmesi , israf yasağının nimeti koruması, gerektiğinde devletin müdahale de bulunabilmesi gibi faktörleri neticesinde arz ve talep kanunun beklenen düzeyde işleyip krize sebep olmadığı ifade etmekte ,kapitalizmin devleti komünizmin insanı piyasadan uzaklaştırdığı noktada İslam’ın serbest piyasa oluşturduğu ve bireye şahsi teşebbüs hakkının tanıdığına yer vermektedir(s.47-49).
İslam’da bulunan denge ve ölçü halinin onu çökmekten ve felakete sürüklenmekten korumuş öyle ki yazar geleceğin ekonomistleri tarafından İslam’ın sağladığı tüketim eşitliği üzerinde durarak teori sunacaklarının kaçınılmaz olduğunu ifade ederek İslam’ın henüz tam anlamıyla araştırmalara konu olmayan bu tarafına dikkat çekmek istemiştir(s.52).

Yazar, İslam iktisadını tarihi geçmişini kronolojik olarak ele alan çalışmanın olmadığını eleştirmiş bu yüzden sadece ana çizgilerinin ortaya konulabileceğini dile getirmiştir(s.54).
İslam iktisadının tarihi geçmişi Peygamber, halife , Emevi, Abbasi, Osmanlı dönemi olarak 5 dönemde yaşadığı gelişmelere yazar kısa kısa yer vermiştir(s.55). Peygamber döneminde ensar muhacir arasında ‘’Kardeşlik ortaklığı’’ kurulması, Ashab-ı Suffa’nın bir arada yaşaması örnek kurumlar arasında sayılmış , cahiliye kalıntıları olan faiz yasaklanmış , sınıf ayrımı kaldırılmış ve temelde fetihlere odaklanılmış daha verimli daha adil düzen tesis edilmiş bizzat Kur’an’ın vaz ettiği prensiplerle İslam iktisadı çerçevesi inşa edilmiştir. Halife döneminde zengin bir hayatın yaşandığı öyle ki her doğan çocuğun maaşa bağlanabilecek derecede olduğu ifade edilmiş, Emevi ve Abbasi döneminde de bu zenginliğin devam ettiği sonucunu çıkarmamız söz konusudur(s.56-57).
Tam da bu nokta yani zenginlik ve ihtişam hayatı batının dikkatini çektiğinden İslam toplumun yağmalayıp ihtişamın görünmeyen perdesini öğrenip ülkelerine götürmüş, Rönesans gibi akımlarla aydınlanmaları sonucunda İslam gerilemeye başlamış, ağır sonuçları beraberinde getirmiştir(s.58).
Yoksulluk artışı, sınıf farkı oluşması, sosyal adalet kurumlarının azalmasına karşın İslam güçlü bir savaş vermiş bugüne kadar ekonomik muadili olan Müslüman olmayan ülkelerin bozgunundan uzak kalabilse de yazar İslam’ı bu durumdan kurtaracak neslin muhakkak İslam iktisadı baştan kurup düzenlemesi gerekliliğini bizlere tekrar tekrar hatırlatmaktadır(s.59).
Öyle ki şu ipuçlarını vererek yeniden inşa edilecek İslam toplumunun iktisat yapısına dair bizlere reçete sunmuştur. Bu reçetede; önce batılı kurumları ayıklayıp ardından onlara yardım edenleri de temizlemek, faiz ve faiz şaibeli işlemleri yasaklayıp zekâtı sosyal adalet vergisi olarak işletme, ham madde kaynaklarını en verimli kullanacak sistemi kurma ve genç İslam beyinlerinin kalbini ilahi sevgi ile doldurup yetiştirmeyi yazar sıralamaktadır(s.59). Bu reçete uygulandığında İslam ortak pazarı, sermayesi, kambiyo teşkilatı oluşturulacak , işçi mübadelesi ham madde ticareti yapıldığında İslam ülkesi olan olmayan ülke ayrımı yapılacağı tam anlamıyla tüm İslam ülkeleri arasında tam bir bir iş bölümü olacağını ifade etmiş ve ideal İslam iktisat yapısının ancak böyle mümkün olacağı ümidini bizlerde yeşerterek cümlelerine son vermiştir(s.60).