İslam İktisadına Giriş

0
2642

Özetleyen: Murat Gür

Afyon Kocatepe Üniversitesi Öğr. Üyesi

Taşıdığı isime yakışır bir kitap olarak, anlaşılır dilinin yanında giriş seviyesinde İslam iktisadının abecesini yalın bir dille aktarmaktadır. Kapitalist sisteminin artık sürdürülemez, insanı dışlayan ve sömüren varlığının son bulacağını, İslam iktisadi sisteminin de insanlığa bir umut olacağını vurgulamaktadır. İnsanların kapitalist sistemin çerçevesinin dışına çıkamadıkça geleceklerinin oldukça umutsuz olduğunu belirtmektedir. Bu anlamda genel bir bakış ile giriş yaptığı kitabında metodoloji ve uygulamaya değinen yazar, gelecek için bir umut ve araştırmaların gelecek yönüne bir perspektif oluşturarak kitabı sonlandırmıştır.

İSLAM İKTİSADI: GENEL BAKIŞ
Yazar bu bölümde konuyu kapitalist/neo-klasik eleştiriler ve ana hatlarıyla fikir oluşturacak tespitlerle donatmıştır. Bu anlamda konuyu yabancı olanlar için bir çerçeve çizmektedir. Bu bağlamda modern iktisadi analizin insanı konumlandırdığı yer (homo economicus) ve davranışları bakımından ben merkezcil ve maddeye hükmetme arzularının esiri olmuştur. İnsan doğası, materyalizm, mülkiyet ve evrensellik temalarında kapitalist bakış açısını tarifleyen yazar, karşılığında İslam’ın bakış açısındaki dengeli yaklaşımı ifade etmektedir.
İktisadi organizasyon başlığı altında kapitalist sistemde gücün sermaye sahiplerinde elinde toplandığı ve gelir dağılımında adaletin bulunmadığını bunun yanında şirketlerin de kar haklarının sınırlı olmadığı fakat zarar durumunda sermaye büyüklüğü kadar olmasını eleştirmektedir. İslam iktisadi sisteminde ise serbest piyasa şartlarının desteklendiğini ve gücün bir kesimin elinde toplanmaması için önlemler alındığını aktarmaktadır. Bu önlemler kapsamında faizsiz bir ekonomik sistemin var olması serbest piyasa şartlarını bozucu değil, aksine düzenleyici bir etki yaratacaktır. Bunun yanında malların stoklanması, fiyatların hile yoluyla artırılması, rekabet şartları engellemek gibi durumlar yasaklanmıştır. Kaynakların adil ve zenginden fakire doğru akışının gerçekleştirileceği bir ekonomik sistemi öngörmektedir.
İslam iktisadında para kapitalist sistemde olduğu gibi bir meta olarak değerlendirilmez. Özünde para bir değer ölçüsü, mübadele ve tasarruf aracıdır, bu sebeple bir zaman değeri bulunmaz, değerlendirilmez. Kapitalist sistem kapsamında ise günümüzde sermaye faizi üretime aktarılmadan sadece faiz ve döviz kur farklılıklarından artı değer kazanmaktadır. Bu sebeple, para sistemin istikrarını bozan temel neden sermayeden maliyeti olan faizdir. Bankacılık temelinde yapmış olduğu açıklamalar ise sistemin kar ve zarar katılma prensipleri üzerinden yürütüldüğünü belirtmektedir. Yatırımlarda kardan pay almanın yanında zarara da katlanılması böylece daha reel bir yaklaşımla kamunun da borç miktarlarının azalacağını belirtmektedir. Fakirden zengine doğru olan fon transferinin tersine işleyeceğini ve dünyanın daha mutlu bir yaşama kavuşacağını söylemektedir.
Tüketici davranışları konusunda kapitalist sistemin yığınla yaptığı üretimlerini çeşitli pazarlama ve reklam kampanyalarıyla diğer ülkelere sattığını, sadelik ve aşırılıktan uzak bir yaşamdan bihaber, ihtiyacı olmasa dahi ihtiyaçmış gibi hissettirmek yoluyla insanlara ürünlerin satılmasının sağlandığını ifade etmektedir. Bu bağlamda ürünleri elde etmek ya da edememek ekseninde insanların diğerleştirilmesi sorununun oluştuğuna işaret eden yazar, dünya nüfusunun küçük bir varlıklı bölümünün kaynakların büyük bir bölümünü tüketmesini bu şekilde açıklar. Öneri kapsamında daha sade bir yaşam, kaynakların israf edilmemesi, eşit dağılım ve takva ekseninde açıklamalarda bulunarak, çevre dostu denetlenebilir, hesap verilebilir politikaların üretilmesini önermektedir.
Yoksulluğun fakirden zengine sermayenin transferinin yanında politik az gelişmişlik olduğunu aktaran yazar, kalkınma büyüsüne kapılan devletlerin halkını ihmal ederek yaratılan gelirden halkın aldığı payın düşmesini umursamadığına işaret etmektedir. Bürokrat ve politikacıların halk ile bağlantısının koptuğunu, farklılaştıklarını ve iyileştirme yapmak içinde bir gayret içinde olmadıklarını belirtmektedir. Bunun yanında bahsi geçen ülkelerde yolsuzluğun ve yozlaşmanın etkisiyle bir kesimin refah içinde olması diğer kesimin kaynaklara ulaşamama sorununu ortaya çıkarmıştır. İslami eksende yoksullukla mücadele için maddeler halinde ortaya atılan fikirleri derlemiştir. Eğitim, becerilerin geliştirilmesi, kişisel gelişimlerin teşvik edilmesi, kooperatif mantığında bankacılık, hesap verilebilir ve şeffaf devlet yapısı, insan ihtiyaçlarına odaklanmış kalkınma yaklaşımı, ülkeler arası finansal iş birlikleri, kaynaklara erişmedeki engellerin kaldırılması, kırsal-kentsel imkanlarında dengelenmesi, planlı teknoloji girişleri ve zekat sistemin etkin kullanımı gibi özetlenebilir. Yazar bölümün sonunda kapitalist sistem ve İslam iktisadi sistemini karşılaştırmalı olarak bir tablo halinde özetlemiştir. İnsanlar, İslam’ın sunduğu nimetlere ve tavsiyeler objektif olarak bakmalıdır.

İSLAM İKTİSADININ DOĞASI
Yazar bu bölümün başlangıcında kitabın yazıldığı dönem baz alınarak var olan durumu iletmektedir. Yeni gelişen bir disiplin olmakla birlikte iktisadi düşence anlamında zengin olduğunu belirtmektedir. Son zamanlar İslam iktisadına artan ilgiyi ise çeşitli faktörlere bağlayarak sıralamıştır. İlk olarak modern iktisadi sistemin ürettiği beşeri problemlere sunduğu çözümlerin yarattığı memnuniyetsizliğe değinmiştir. İkinci olarak neo-klasik iktisadın gerçeklikten uzak olduğunu ve daha gerçekçi bir temel sunan İslam iktisadi sisteminin potansiyeline işaret eder. Devamında milletlerin kültürel değerlerine ve gelişimlerine saygı duymayan, onları yok etmeye çalışan kapitalizmin eleştirisini yapmaktadır. Küresel sermaye hakimiyetinin sürdürülmesi temelindeki kapitalist yaklaşımların fakir kesimin sömürülmesini meşru ve kurumsal hale getirdiğini ifade etmektedir. Sosyalizmin dağılması ve kapitalizmin sorgulanır halde olması İslam iktisadi sisteminin alternatif olarak sunduklarının ciddiye alınmasına yol açacaktır.
Ayrıca teorik çalışmalarında başarısızlık sebeplerini sıralamaktadır. Müslümanların entelektüel travmalarının yanında, bilginin oluşturulması ve dağıtımındaki batı hakimiyeti, Müslüman bilim insanlarına önyargılı bakış, ampirik verilerde eksiklik, kapitalist-sosyalist ve İslami bir karma ekonomik sistem öngörüsü gibi yanlış düşünce fiilleri kapsamaktadır. Bu anlamda aslen İslam iktisadi sistemi ne çağdaşlıktan uzak ne de yedinci yüzyıl Arap toplumuna bir geri dönüş çabasıdır.
Bölümün devamında yazar felah kavramının manevi, iktisadi, kültürel ve politik yönlerini detaylandırarak kaynaklar, iş birliği ve katılım ekseninde İslam iktisadi sistemini doğasını tanımlamaya çalışmıştır. Yazar “İslam iktisadı, yeryüzündeki kaynakların, iş birliği ve katılım temelinde organize edilmesiyle gerçekleştirilen, insan felahının incelenmesini amaçlamaktadır” şeklinde tanımlamaktadır. Felah kavramını detaylandıran yazar mikro ve makro düzeyde kavramın açıklamasını tablo halinde özetlemiştir.
Felahın iktisadi koşulları kapsamında infak, faiz yasağı, sorumluluk ve vaatlerin yerine getirilmesi, adalet ve girişim başlıklarında açıklamalar bulunmaktadır. İnfak toplam varlığın belli bir bölümü olarak belirlenmiş, böylece hem toplumsal denge hem de insanı ağır gelmemesi amaçlanmıştır. İnfak ihtiyaç fazlasından olmalı, tüm servet harcanmamalıdır. Sade bir hayat infakı anlamlı kılar, aksi durumda insanın arzularının esiri olması infak konusunda onu cimri yapar. Faizin de tamamen yok edilmesi gereklidir, böylece felah yolu ferah olsun. Servete ulaşma yolunda sapmak zulüm olarak ifade edilmiş ve bu da felaha ulaşmaya engel olarak görülmektedir. İktisadi faaliyetlerde üretkenliğin artmasının bireylerin felaha ulaşmasına destek olacağını da belirtmektedir.
İslam iktisadı dünya kaynaklarına insanın bakış ve davranışlarını inceler. Kaynakların emanetçisi olan insanlar, onları ya kullanmalı ya da başkalarının kullanımı için sunmalıdır. Kaynakları da kıtlık değil yeterlilik kavramı üzerinden açıklar. Kaynakların kısıtlı olması durumu gerçekleşirse, yapılması gerekenlere odaklanır ve ahlak (ahiret anlayışı) ekseninde değerlendirilir. Kaynakların dağılımındaki eşitsizlik ise karşılıklı iş birliğini teşvik etmek amacıyladır. İslam iktisadi sisteminin kaynakları ise Kur’an, sünnet, İslam hukuku, Müslümanların tarihi ve gerçek hayat verilerinden oluşmaktadır.
Yazar İslam iktisadi yaklaşımının kısa bir açıklamasını yaparak sonlandırmaktadır. Temel önermelerin İslam hukuku ile ortaya koyularak, akıl ve gerçek hayat verileriyle, kutsal içerikler eşliğinde değerlendirilir ve bunun dışında bir yolla tasarlanamaz. Sistemin özü alt sistemlerin birbiriyle bağlantılı ve ahenkli çalışması ve felaha ulaşma çabasıyla süregelir. Davranışların büyük kısmı gönüllüdür ve ölçülü olmak ana koşuldur. Bu anlamda normatif bir bakışa sahip olmasının yanında pozitif bakışa da sahiptir. Sistemin gelişimi için modern iktisadın uygulama ve araçlarından faydalanmasında da sorun yoktur. Temel sorun modern iktisadi düşüncenin çıktılarını kullanarak İslam iktisadını yorumlama yanlışına düşerek, baştan yanlış anlamlar oluşturulmasıdır. Bu yanlıştan dönülmediği sürece ana hedeflere ulaşılmaz ve İslam iktisadi sistemi baştan yanlış/eksik kurgulanmış olur. Bunun yerine İslam’ın asli kaynaklarının ışığında değerlendirmeler yapılmalı, modern iktisadın çıkarımları kullanılarak İslamileştirilme yakıştırmalarından uzak durulmalıdır. Sürece bu şekilde devam edilmesi İslam iktisadı modern iktisadın bir alt dalı olarak algılanmasına sebep olacaktır.

İSLAM İKTİSADININ METODOLOJİSİ
Yazar bu bölümde İslam iktisadi sisteminin metodolojisini ve farklılaştığı yönlerini aktarmaktadır. Farklı metodolojik yaklaşımlar var olmasına karşın, savunulan her görüşün temelinde gerçeğe ulaşma çabası vardır. Ortak olan noktalar ise kendi çıkarları için rasyonel davranmak, maddi kazanımda ilerleme ve sonucunda refahın maksimum seviyeye getirilmesidir. İslami bakış ile bu noktalarda farklılaşmalar vardır. İslam insanları fedakarlığa teşvik eder bu sebeple bencil değildir. Maddi kazanımda ilerleme konusunda İslam sade bir hayatı tavsiye etmekte asıl olan ahiret hayatı olarak vurgulanmaktadır. Bunun yanında ana akım iktisadın metodolojisinin sonucunda ortaya çıkarmış kesin bir bilgi kümesine sahip olmadığını belirtirken, İslam iktisadı bu üretimi vahiy yoluna dayanan bilgi üretimi şeklinde yapmaktadır.
İslam iktisadının özü ise ayet ve sünnetlerden oluşur. Bunlar kesin bilgidir ve sistem bunların üzerine inşa edilmiş ve sınırları çizilmiştir. Bunlar aynı zamanda insan aklıyla ortaya atılan teorilerin de test edilmesi için kriterler olarak kabul edilmiştir. Devrin değişen ihtiyaçlarına göre de beşerî yorumların güncellenmesi ve metodolojinin o günün şartlarına evrilmesi gerekmektedir. Aklın kullanımı ile tümdengelim ve tümevarım yöntemlerini karma şekilde kullanmaktadırlar. Tam bilgi sadece Allah tarafından bilindiği için insanın bilgisi eksik ve kısmidir. Bu sebeple tam bilgiye sahip olarak yapılan soyut varsayımlar geçersizdir. İslam iktisadi sistemi için rasyonel olan yaklaşım ise, tarihsel ve kurumsal olarak insan davranışlarını gözlemlemek ve mevcut bilgiler ile hipotezler geliştirmektir. Bu anlamda İslam iktisadi sistemi çok disiplinli bir konudur. Çoğunlukla normatif olmasına karşın, ampirik kısmı da vardır ve pozitiftir. Mevcut ekonomileri gerçek İslami ekonomilere dönüştürmenin yollarını ve araçlarını araştırır.
Ana akım iktisada göre tersine bir teorileştirme sürecinden geçer. Çünkü gelecekte oluşacak sonucu bilinen olarak kabul eder ve bu da felahtır. Bilinmeyen ise felaha gidilen yolculuktur. Bu anlamda felaha ulaşmak için birden fazla yol olabileceği için teori bu aşamada başlayacaktır. Gidilecek yol belirlendikten sonra bu yolculuğa uygun bir davranış kalıbı da belirlenecektir. Fakat oluşturulan bu davranış kalıbı istenen durumdur ve gerçek durum ile bazen örtüşmeyebilir. Bu gibi durumlarda ise devlet yapısının müdahaleleri ve düzenleyici tavrına ihtiyaç vardır. Aslında öz olarak felaha ulaşmak için tasarlanan yolculuk, davranış kalıpları bütünü ve kamu kontrollerinden oluşan bir dizidir.
İslam iktisadi sisteminin güncel ekonomik meseleler hakkında neredeyse hiç ifade etmemesinin sebebi, tam olarak hiçbir yerde İslam toplumunun var olmamasından kaynaklıdır. Fakat genel bir teoriye sahip olmadığını eleştirmekte acımasızca olmaktadır. Ancak geçiş için bir teori hazırlanması kabul edilebilir ve beklenmektedir. Fakat genel kabul görmüş bir geçiş teorisi henüz mevcut değildir. Farklı disiplinlerden kişilerin yoğun bir çabasını ve ciddi bir süreci kapsayacağı ortadadır.
Bu anlamda yapılması gereken geçiş sürecindeki adımları ve kapsamı belirtmiştir. İlk olarak gerçek hayatta karşılaşılan sorunlar üzerinde gerçekçi araştırmalar yapılmalıdır. Yapılan araştırmalarında seküler çerçevede kaldığını ve neo-klasik araçların kullanıldığı konusunda eleştirmektedir. Devamında sosyo-ekonomik politikaların eleştirel şekilde incelenmesini söylemekte, sosyal, kültürel ve eğitim kurumlarının da incelenmesi gerektiğini belirtmektedir. İslam öğretilerine olası tepkiler ve davranış kalıplarının da incelenmesinin önemine vurgu yapmaktadır. Bu inceleme ve araştırmaların yapılmasında sadece kavramsal bir çerçeve değil aynı zamanda sahaya inilerek yerinde yapılması gerekmektedir. Bu sebeple geçiş teorisinin iyi konumlandırılması, genel teorinin ön koşuludur. Henüz var olmayan bir ekonomik sistemin genel teorisini talep etmek, teori üretme çabalarına girmek ise sadece entelektüel bir egzersizden ileriye gidemez. Araştırma metodunun ne olduğunu önemsiz hale getirecek olan şey ise insanlığın tamamının sahip olduğu (işsizlik, enflasyon, gelir dağılımı, borç yükü, sömürgecilik, yoksulluk ve eşitsizlik vb.) sorunlara makul çözümler sunulmasıdır. Gelişimin sağlanması için Müslüman olmanın şart olmadığı gibi, Müslüman iktisatçılar konuya romantik yaklaşımlarını bir kenara bırakmalı, sorunların analiz ve çözümüne odaklanmalıdır. Tarihsel verilerden övünmek yerine günümüze odaklanıp bu verilerden ders çıkarmak ve geleceği tasarlamak öncelikli amaçlarımız olmalıdır.

UYGULAMADA İSLAM İKTİSADI
Bu bölümde yazar İslam iktisadi sistemi içerisinde var olan kurumlar ve uygulamaları incelemekte, karşılaştığı problem ve zorluklara değinmektedir. Bu anlamda İslami bankaların karşılaştığı zorlukları aktarmaktadır. Kısa vadede fonları değerlendirebilecekleri faizsiz bir mekanizma henüz keşif edilmemiştir. Bankaların çoğu borca dayalı finansman sağlama şekillerine odaklandığı için yapılan işlemler faizli işleme benzetilmekte algı olarak eleştirilmektedir. Bankalar merkez bankalarından destek bulamamaktadır. Bankalar finansal likiditeye sahip olmalarına rağmen gerekli yetişmiş uzman beşeri sermayeye henüz sahip değildir.
Zekât konusunda beklenen rolünü pratikte istenilen şekilde uygulanamadığını iletmektedir. Zekât kurumlarının çalışmalarının karşılaştığı sorunlar ve eksiklikler mevcuttur. Zekâtın gerçek vasfını yerine getirmesi için var olan sisteme karşı çıkmasına gerek yoktur. Yapılması gereken Müslüman toplumların zekât kurumlarını geliştirmesi ve sağlıklı şekilde işletmesidir. Vakıf ve sigorta gibi kurumlarında etkisi ve kapsamının geliştirilmesi üzerinde çokça emek harcanması gerektiğini belirtmektedir. Hisbe kurumunun da önceden var olan faydalarının günümüzde kullanması için tekrar düzenlenmesi ve sisteme kazandırılması gerekmektedir.

GELECEK İÇİN BİR UMUT
Neo-klasik iktisadın artık günümüzde sorunlara çözüm oluşturmak bir kenara sorunun kendisi olduğunu ifade eden yazar, çözümü İslam iktisadi sisteminde bulmaktadır. Sorunlar yarattığı baskı sebebiyle daha adil bir ekonomik düzen arayışına İslam iktisadi sistemi bir umut olacaktır. Enflasyon ve işsizlik büyük sorun teşkil etmekte ve şimdiye kadar denenen yöntemler ile çözülememiştir. İşsizliğin temel sebebi fiziki ve insani sermayeyi âtıl durumda bırakan sermaye faizidir. Finansman üzerindeki faizin kaldırılması sonucunda gayri iradi işsizliğin çözüleceğini düşünmektedir. Enflasyon konusunda üretim sürecindeki maliyetlere dahil olan faizi sebep göstermekte fiyatların belirlenmesinde rol oynamaktadır. Faizin kaldırılması, maliyetlerin düşmesi, fiyatların düşmesi, daha fazla mal ve hizmet üretilebilmesi, refahın paylaşımında adalet, daha adil bir zekat toplama/dağıtma sistemi gibi çıktılar elde edilecektir.
Kalkınma konusunda tespitlerde bulunan yazar, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin kalkınma yarışında aralarındaki farkın sürekli olarak açıldığını, gelişmekte olan ülkelerin takip ettiği politikaların, gelişmiş ülkelerin politikalarına paralel olduğunu fakat neticede gelir dağılımında adaletsizliğin her iki ülke sınıflandırmasında da varlığını belirtmektedir. Ayrıca gelişmiş ülkelerde bile zengin fakir arasında uçurumların bulunduğu ve dünya kaynaklarının hadsiz şekilde tüketildiğine işaret etmektedir. Bu bağlamda İslam iktisadi sistemi, kalkınma sadece maddi kazanım değil felaha ulaşmaktır mottosuyla hareket etmektedir. Gelir dağılımını adaletli hale getirmek ve tüm nüfusun kalkınmada yer aldığı bir bakış açısına sahiptir.
Kalkınma konusunda strateji olarak ise iki uç örnekte iyi ve kötü durumda iki ülkeyi baz alarak açıklamalarda bulunmuştur. Bu anlamda kaynakları kısıtlı olan ülkelerin uygulayacağı politikalarla maddi kazanımlar yanında manevi kazanımları da hedefleyerek felaha ulaşacağı ve kalkınmış olacağını belirtmektedir. Diğer yandan kaynakları oldukça fazla olan ülke örneğinde ise manevi gelişime daha fazla ağırlık verilmesi gerektiğini aksi durumda materyalist tüketimci bir toplumdan ileri gidilemeyeceğini aktarmaktadır. Kalkınma konusunda yapılacak planlama kapsamında merkezinde insan bulunmalı ve onun gelişimini destekleyecek şekilde olmalıdır. Daha sonra bu kapsamda pozitif bilimsel yaklaşımlar ile politikalar belirlenmelidir.
Dış yardımlar konusunda zengin ülkelerin fazla sermayelerini gelişmekte olan ülkelerin sözde kalkınmalarına destek olmak amacıyla faizle vermesinin yaratacağı sonuç, sermaye sahiplerinin gelirlerini artırması ve gelişmekte olan ülkelerinde yerinde saymasıdır. Faizin kaldırılması sonucunda halen finansman ihtiyacı olan ülkeler ise ortaklık ya da özkaynak ile finansman sağlama yoluna gitmelidirler. Teknolojinin yanlış alanlarda ve kişiler elinde kullanılmasını eleştiren yazar, teknolojinin işsizlik oluşturabileceğini ve böylece yapısal işsizlikte artışın olabileceğini belirtmektedir. Ayrıca patent ve lisanslar yoluyla da gelişmekte olan ülkelerin sömürüldüğünü belirtmektedir. İslami bakış açısıyla; teknolojinin oluşturacağı istihdam tahmin edilmeli bundan etkilenecek olanlar tekrar eğitilmeli, yerel fayda önceliklendirilmeli, çevre ve ekolojik dengenin korunması, etik ilkelerin oluşturulması alanlarında aksiyonlar alınmalı sorgusuz sualsiz her teknoloji kabul edilmemelidir.
Ekonomik güç kapsamında ulusal ve uluslararası şirketlerin monopol ve oligopoller kurarak sömürge düzeyinde faaliyetlerde bulunabilir. İslami anlayışta ise ekonomik gücün birkaç grubun elinde toplanmaması gerektiği vurgulanır. Bu anlamda mikro bazda insanların elinde sermaye birikiminin olmasına müsaade etmez, birtakım politikalar yoluyla eşitsizliği azaltmaya çalışır. Temelde İslam, küçük ve orta ölçekli firmalar topluluğunu teşvik ederken, uluslararası oluşumları çok desteklemez. Eğer oluşursa da hesap verilebilirlik ekseninde müdahale eder. Şirketlerin yöneticilerinde sınırlı sorumlu durumunu kabul etmez ve ortadan kaldırılmasını önermektedir. Tüketimcilik konusunda ise reklam ve her türlü kampanya marifetiyle hem ürünlerin satıldığını hem de talep yaratıldığını belirtmektedir. Bu kapsamda İslam’ın teşvik ettiği sade yaşam kavramı konusunda insanlar eğitilmelidir. Üretim becerileri üzerine kurulmuş eğitim sistemine tüketim becerileri konusu da dahil edilmeli ve olgun tüketiciler oluşturulmalıdır.
Sonuç olarak yazarın yaptığı değerlendirmeler şu şekilde özetlenebilir. Halihazırda var olan sorunlara çözüm bulamayan iktisadi sistemin yerine İslam iktisadi sistemi bir alternatif konumundadır. Yapılması gereken Müslüman iktisatçıların daha cesur ve etkin bir şekilde sorunların kaynağının İslam iktisadi sisteminden sapmalar olduğunu gerçek hayattaki veriler ışığında göstermelidirler. İnsanı merkezine almış, topluma yol gösterici kapasiteye sahip bir iktisat akımı geleceğin umududur. Müslüman iktisatçılar ise “İslami” antipatik söylemlere kulak asarak romantik söylemleri bir kenara bırakarak, felaha ulaşmak için ikna edici fikirlerini sunmalı ve çabalarını sürdürmelidirler.

ARAŞTIRMALARIN GELECEKTEKİ YÖNÜ
Son bölümde yazar bütüncül yaklaşım, faizsiz bir iktisadi düzen, teknoloji ve ekonomik güç başlıklarında gelecekteki odak noktalarına değinmektedir. Bu anlamda sadece ekonomik anlamda değil piyasa, hükümet ve çevre gibi diğer değişkenler ile birlikte bir değerlendirme yapılmalıdır. Sadece ekonomik problemlere değil, aslında insanın özüne bakılmalı ve merkezde insan bulunmalıdır. Bu anlamda İslam iktisadi sistemi disiplinler arası ilişkiyi gerekli kılar ve bütüncül bir bakış açısı sunar. Faizin ise ortadan kaldırılmadığı sürece ekonomik olarak kişilerin özgür olamayacağını belirtmektedir. Gelecekte gündemde ilk sırada faizsiz bir ekonomik düzenin varlığı olacaktır. Teknoloji konusunda ise oluşturacağı adaletsizlik, olumlu-olumsuz sonuçlar, ahlaki yansımalar ve ülkelerin öncelikleri konuları geleceğin temel teknolojik soruları arasında olacaktır. Son olarak ekonomik güç konusunun kontrol altında olması gerektiğini, fakir ülkelerin korunması ve geliştirilmesi konularına değinmektedir.