Sosyal Servet, İslam’da Yönetim – Piyasa İlişkisi

0
858

Özetleyen: Salih MUTLU 

İncelediğimiz bu kitap Cengiz KALLEK tarafından 1994 yılında Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde sunduğu doktora tezinin genişletilmiş şeklidir.

GİRİŞ BÖLÜMÜ

İnsanın yeryüzündeki varlık sebebini İslam ve Batı dünyası iki ayrı cephede düşünmektedir. Burada İslam “halife merkezli” yaklaşımla, Batı ise “beşer merkezli” yani insanı merkezde konumlayan yaklaşımla en temelde ayrışmaktadır (s.4).

Bu bölümde vurgulanan bir başka nokta Allah’ın “halifelik” makamını neden meleklere değil de insana yüklediğidir. Meleklerin salt teşbih ve takdis eylemine göre melekler insanlıktan üstün gibi görünürken yeryüzünde hilafet görevine insan “akletme” vasfıyla daha uygundur (s.8).

Bölümün devamında batının maddeci rasyonelizmi ile İslam inancının önemli gereği olan kulluk ve Allah rızası önceliği kıyas edilmiştir. Bu bağlamda Adem ile Havva’nın cennette sınanması hadisesi tartışılmış olup, şeytanın Allah rızasını göz önüne almayan maddeci yönlendirişi tıpkı batı rasyonelci görüşü ile ilişkilendirilmiştir (s.16-17). Bir Müslüman her şeyden önce Allah rızasını kaybetme ihtimalini her kararında kontrol etmelidir. Müslüman için asıl rasyonellik öncelikle Allah rızasıdır da denilebilir.

BÖLÜM 1

Bu bölüm “piyasalar” başlığı ile konuların tarihçeleri ile ilişkilendirilerek açıklanmıştır. İlk alt başlık olarak Sermaye Piyasası alanı aktarılmıştır. İslam devleti ticaret yollarını barındıran Nil ve Dicle-Fırat (Mezapotamya) havzalarını, ikinci halife Ömer döneminde başlayıp onun halefi Osman devrinde iyice genişleyen fetihlerle birlikte, Sasani ve Bizans’tan almıştır. Ayrıca ileride uluslararası can damarlarından olan İpek ve Baharat yollarının hakimiyetini kurma imkanına kavuşarak tarihin akışını değiştirmiştir.

İslam devletinde ödeme açısından altın ve gümüşe dayalı çift maden sistemi yürürlükteydi. Diğer bir ifadeyle fethedilen yerlerde kullanılan mevcut para birimleri kullanıma devam etmiştir. Tedavülde bozukluk ihtiyacını karşılamak adına bakır paralar da bulunmaktadır.

Arapların eskiden beri kullandıkları Bizans ve Sasani paraları ticari ilişkilerde kolaylık sağladığı için Hz. Ömer devrinden itibaren aynen kullanılmakla birlikte üzerlerine İslam devletine ait olduklarını gösteren bazı ibareler de eklenerek yeni sikkeler de kesilmiştir. O dönemlerde mevcut paraları aynen kullanmakla birlikte üzerlerine Allah lafızları ve İslam’ı temsil eden ifadeler de nakşedilmiştir (s. 34).

Bölümün “b” başlığında Riba ile ilgili açıklamalar yapılmış ve Riba’nın yasaklanması tarihsel bağlamda ifade edilmiştir. Riba’nın iki ayrı çeşidi olduğundan bahsedilmiş ve bunlar açıklanmıştır. Bunlardan ilki Ribe’l-cahiliyye veya ribe’n nesie olarak günümüzde kredi sisteminden bildiğimiz işleyişin temelidir. Ribe’l fadl veya ribe’n nakd ise aynı iki şeyin takasından kaynaklı farkına karşılık gelmektedir. Bu yapı hadislerle açıklamıştır.

Ribe’l fadl’ın haramlığı hükmünde ihtilafa düşen ulemalar belirtilmekle birlikte, genel görüşün hükmün geçerliliği üzerinedir. Hz. Peygamber’in “altınla altın ve gümüşle gümüş değiştirilirken aynı ağırlıkta olmalıdır, Fazlalık veren de alan da ateştedir” hadisi rivayetlendirilmiştir. Bu hadisten yola çıkarak Hz. Ömer de piyasada gözlemlediği uygulamalarda dinar yahut dirhemin kendi cinsleri ile alım satımlarında peşin ve ağırlıkça denk olmaları gerektiğine dair hutbeler vermiştir (s.48). Arada işçilik farkı dahi olsa bunun hesaba katılmadan ağırlıkça denklik esas tutulmuştur.

Hz Ömer’in denetim sırasında karşılaştığı tüccarlara “bizim pazarlarımızda ilgili dini hükümleri bilmeyen ticaret yapamaz. Aksi halde ister istemez faiz yer!” uyarılarının olduğu aktarılıyor.

İslam devletinde Asr-ı saadet’te iktisadi yapının kurallarını koymak maksadıyla bazı kurumlar geliştirilmeye çalışılmıştır. Bölümün “c” başlığında dönemin finans kurumları ile ilgili açıklamalar yapılmıştır. Asr-ı saadet döneminde bugünkü merkez bankası veya hazine gibi iktisadi bir otoriteye karşılık gelen Beytülmal’in yapısı ve fonksiyonları açıklanmıştır. Beytülmal devlet başkanının yetki ve sorumluluğunda iç borçlanmaya gidiyor, gerekli durumlarda özel şahıslara çeşitli tüketim, yatırım ve ticaret kredileri açıyordu. Burada önemli husus kredilerin vadesinde faizsiz olarak ödenmesini temel alıyordu. Vadesinde ödenemeyen borçların ise borçlusuna ek süre tanınması beytülmal emini (memuru/sorumlusu) sağlanıyordu.

Mevduat toplama yine kurumun bir fonksiyonu olarak, emanet değil bir borç mahiyetinde yürütülüyordu (s.54). Kredi verme fonksiyonu ise düzenlenen “sak” isimli borç senedine karşılık gelen belgeler ile takip edilmekteydi. Yine para havaleleri ise “süftece” isimli poliçe evrakları ile şehirlerarası hatta milletlerarası ticari işlemlerini bile kolay ve güvenli hale getiriyordu.

Bu bölümde anlatılan sak (çek), havale (aval) ve süftece (poliçe) gibi kredi araçları Avrupalılar tarafından ancak haçlı seferleri sırasında Müslümanlar’dan öğrenilerek kullanılmıştır (s.59).

Bölümün “d” başlığında sahabeden bazılarını ellerinde zamanla büyük meblağlara varan servetler irdelenmiştir. Büyük nakdi servetlere sahip bazı sahabenin, ticaret, ziraat hatta madencilik gibi ulvi uğraşlarla kazanç sağladıkları; söz konusu servetlerini yine yatırıma ve ticarete yönlendirdikleri bilinmektedir. Daha önceki bölümde ifade edilen mevduat, kredi, havale, kefalet gibi çeşitli mali muameleler de ticaretlerini bu anlamda desteklemektedir.

Bir Müslüman kazancından bir kısmını cömertçe paylaşırken ticarette eksik ve fazla vermemek adına hesapçı ve dikkatli olabilir ki bu durumu batının salt rasyonelizmi ile karıştırmamak gerekmektedir. Nitekim kitapta kapitalist ruh ile müteşebbüs ruhu ayrımına dikkat çekilmektedir (s.61).

Yine Müslümanların mudarebe şirketini oldukça etkin kullanmaları bu noktada önemlidir.

O dönemde nadiren de olsa rastlanan gayr-i meşru yollardan servet edinme girişimlerine verilen mali cezaları “müsadere, imha ve para cezası” olmak üzere açıklanmıştır. Müsadere kapsamında İslam halifesi zekat toplamakla mükellef görevlileri sıklıkla hesap vermeye alıyordu. Burada maksat bir suiistimalin önüne geçmek ve caydırıcılık sağlamaktı. Bu anlamda gerek Hz. Muhammed gerekse İslam halifeleri taviz vermemekteydi.

Hz. Ömer halifeliği döneminde hem memurların hem da akraba ve arkadaşlarını kamuya ait mallarının kullanılmasında bir imtiyaz elde etme şüphesine yer bırakmayacak şekilde denetliyordu. Hatta herkese tanıman hakları bile akrabalarından uzak durmaları üzere davranıyordu. Kitapta (s. 68 ve 69) hem oğlu Abdullah hem de eşi üzerinden konu örneklendirilmiştir.

Bir takım söylentilere rağmen üçüncü halife Osman’ın da bu konuda benzer uygulamaları olduğu ifade edilmektedir.

Dördüncü halife olan Hz. Ali ise aynı şekilde selefilerin tecrübeleri neticesinde valilere, tahsildarlara ve akrabalarına yine hassas davranıyordu. Herhangi bir imtiyaz durumunu cezasız bırakmıyordu.

Hz. Peygamberin ve halifelerin, devletin meşru yollardan kazanılmayan servetleri müsadere veya imha gibi mali mükellefiyetlerini yerine getirmeyenleri para cezası uygulamasına da tabi tutuyorlardı (s.72).

Piyasalar başlığının ikinci alt başlığı Toprak Piyasası ile konuya devam edilmiştir. öne çıkan başlıca hususlar şunlardır: Hz. Ömer’in öncülük ettiği ilk halifeler korumacı politika izleyerek doğal kaynakların daha verimli ve geleceği gözeten dengeli kullanımın gerekliliğini vurgulamışlardır. Ayrıca Allah’ın yarattığı halifeler olarak, kaynak istihdamında nesiller arası adaletin sağlanmasına yönelik dini sorumluluklarını yerine getirmişlerdir.

Fetihlerle birlikte Müslümanlar açısından satın alınabilir ve işlenebilir alanlarda nisbi artış sağlanmıştır. Böylece onlar toprağın hem yaygın hem de yoğun kullanımını gerçekleştirmişlerdir.

Yine fetihlerle birlikte İslam dünyasın akan servet sayesinde sürekli yükselen refah seviyesi zamanla pek çok ihtiyaç maddesine karşı doygunluk oluşturmuş ve sonunda toprağa yatırım yapılmaya başlanmıştır. Aslında, topraksız halkı toprak sahibi yapmak ve arazisi olanları üretime teşvik etmek ilk İslam devletinin genel politikasıdır. Bu yöndeki uygulamaların başında İkta ve ihyanu’l-mevat (ölü toprakların diriltilmesi) gelmektedir. Devletin zirai kalkınma hedefine yönelik arazi tahsis politikası, temizleme, drenaj, sulama, set çekme vb. çalışmalar neticesinde daha fakir, ihyası zor ve marjinal alanların tarıma açılması suretiyle toprağın iktisadi arzını artırmıştır (s.76).

Toprak talebini ve dolayısıyla fiyatını etkileyen önemli bir unsur nüfustur. Zira devrin Arapları arasında yaygın kabile taassubu özellikle daha çok erkek evlada sahip olmak için geniş ailelerin teşekkülünü ve böylece nüfus artışını doğurmaktadır.

Aslında İslam tarihinin ilk yüzyılında hakim göçebe ve köylü Müslüman toplulukların kentleşmesi ile birlikte doğal kaynaklara olan talep artmıştır.

Yeni fethedilen haraç topraklarına özel mülkiyet Hz. Ömer döneminde yasaktı, ancak sonrasında bu yasağın delindiği ve haraç topraklarına özel yerleşim görülmüştür. Aynı zamanda binek ve yük hayvanı mülkiyetinin yaygınlaşması nakliyatın hızlandırılarak ticareti kolaylaştırmıştı.

Asr-ı saadette toprak piyasası öylesine canlanmıştı ki talebi artan çorak topraklar bile para etmeye başlamıştı. Piyasalar başlığının üçüncü alt başlığı Emek Piyasası ile konuya devam edilmiştir.

Muhacirler Mekke’den Medine’ye geldiklerinde ellerinde bir şeyleri yoktu. Ensar ise arazi ve akar sahibiydi. Bu durumda iki grup arasında “yarıcılık” anlaşması yapılarak istihdam sorunu aşılmış oldu.

Yine Hayber’in fethedilmesinden sonra bölgeden uzaklaştırılacak olan Yahudilerin talebi üzerine Hz. Peygamber tarafından tarım işlerinde “yarıcılık” uygulaması uygun görülmüştür. Bu durum mağlup olmalarına rağmen Yahudilere zulüm olmadığının açık bir kanıtıdır. Yine Hz. Ömer devrinde savaşla fethedilen Irak, Suriye ve Mısır’da ele geçirilen topraklar savaşçılar arasında dağıtılmayarak haraç vergisi karşılığında yerli halkın işletmeciliğine verilmiştir.

Hz. Peygamber devrinin sonlarına doğru devletin kurumsallaşması ve sınırların genişlemesi ile birlikte ticaret, ziraat, zanaat ve hayvancılığın yanında memuriyetin yeni istihdam alanı olarak ortaya çıktığı görülmektedir. Fethedilen bölgelere maaşlı valiler, kadırlar, vergi tahsildarları, hazinedarlar, kassamlar, vezzanlar, muhtesibler, muallimler, imamlar, korucular vb. muhtelif devlet memurları tayin edilmiştir. Hulefa-i raşidin devrinde yeni iş imkanları çıkmış mevcut memuriyet sistemi hepten genişlemiştir. Hz. Muhammed ve Hz. Ömer devirlerinde zanaatkarlık da özellikle desteklenen meslek grubu arasındaydı (s.102).

Üretim Faktörleri Piyasası tamamlandıktan sonra Mal Piyasası ifade edilmiştir. İslam iktisat sisteminde aslolan, devletin serbest rekabet şartlarında muntazam işleyen bir mal piyasasına müdahale etmemesidir. Asr-ı saadetteki uygulamalar bu yöndedir. Ancak Resullah ve Hulefa-yı Raşıdin’in piyasaları yakından takip ettikleri ve muhtemel krizleri önlemek için çeşitli tedbirler aldıkları da görülmektedir. İslam devleti özellikle ilk dönemlerinde temel ihtiyaç malzemelerinde dışarıya bağımlıydı ve ticaretin aksamaması için kritik önlemler sıklıkla alınıyordu.

Hz. Peygamber Pazar veegilerini kaldırmıştır. Ayrıca şehirlerarası mal sevkiyatı esnasında alınagelen ve zulüm özelliği taşıyan iç gümrük vergilerine izin vermediği ve bunları toplayanları lanetlediği bilinmektedir. Hz. Ömer’in Şam Nabatileri’nin mallarını Medine’ye çekebilmek için hububat ve zeytin yağına ait ticaret vergilerini %10’dan % 5’e düşürmesi çok önemli bir iktisadi tedbirdir.

İslam iktisat sisteminde devlet, serbest rekabet şartlarında muntazam işleyen bir mal piyasasına müdahale etmez. Ancak hakim iktisadi güçlerin uygun zaman ve zemin yakaladıklarında spekülatif faaliyetlere girişmek suretiyle piyasa suni müdahalelerde bulunmalarına izin vermez (s.105).

Karaborsacılık kesin bir şekilde yasaklanan hatta lanetlenen bir faaliyettir. Bundan başka Kabz’dan önce satış da gerekçeleri anlatılarak yasaklanmış başka bir faaliyettir. İslamın Narh sistemine bakışı da detaylı olarak anlatılan bir başka başlıktır. Pazarda ürün fiyatına üst sınır koyulmasına narh işlemi denir. Narh koyulmasının sebepleri dönemin özellikleri sunularak ayrı ayrı ifade edilmiştir. Hz. Peygamber ürünlerin fiyatının arz talep dengesiyle doğal olarak arttığını ve ashabı için darlık endişesi duymadığında narh işleminden kaçınmıştır. Hz. Peygamberin “fiyatları belirleyen Allah’tır” hadisinin tüccarın fiyatlamada suistimale mahal vermeyeceği bilindiği dönemde yapıldığına yazar tarafından dikkat çekilmiştir (s.119). (Malum geçtiğimiz dönemde hadis’e atıf yapılmış olup, ne yazık ki içinde bulunduğumuz dönem Asr-ı saadet dönemi ile bu anlamda kıyaslanamayacaktır). Narh konusuyla ilgili olarak Hz. Ömer’den üç rivayet üzerine durulmuş bunlar arasında çelişki olup olmadığı açıklanmıştır.

Sonuçta; aşırı kazanç tehlikesine yahut karaborsacılık temayülüne yol açmaması kaydı ile ticari mal ve muameleleri narh benzeri devlet müdahalelerinden korumak asıldır. Ancak söz konusu mefsedetlerin tezahürü ticari işlemlerde adaletin temini ve halkın iktisadi güvenceye kavuşturulması için başta narh uygulaması olmak üzere çeşitli tedbirler almak gerekebilir.

BÖLÜM 2

Bu bölümde piyasaya müdahaleleri gerçekleştirilen devlet organına ait bilgiler yer almaktadır.

Hisbe kelimesi teknik ifade, emir Bi’l maruf ve nehiy ani’l-münker (iyiliği emredip, kötülükten men etmek) faaliyetleri ve özellikle bununla görevli müessese için kullanılır. Hz. Peygamber’in Pazar denetimleri esnasında satıcılara mesleklerine göre ilişkin emirler verip, uyarılarda bulunduğu ifade edilmiştir.

Daha sonraları mesuliyetleri çoğalan Hz. Peygamber teknik açıdan vasıflı bazı elemanları, muhtelif esnaf ve zanaatkarların işlerini teftiş etmek üzere resmi memur olarak (Muhtesip) görevlendirdi. Bunları şöyle sıralayabiliriz: Halifeler, diğer muhtesibler ( daimi resmi görevliler, valiler, komutanlar, zabıtalar, geçici görevliler).

Yeni Pazar yerlerinin kurulması ve mevcut/yeni pazarların sürdürülebilirliğini sağlamak konusunda da bir takım düzenlemeler olmuştur. Örneğin, Hz. Peygamber yeni kurulan Medine pazarını cazip kılmak amacıyla iki önemli kural koymuştu. 1) Pazar vergisi alınmayacak 2)devamlı sabit yerler edinilmeyecekti. Pazar yerlerinin sahiplenilmemesi ilkesi, tüccar arasında adaleti gözetlemek, buna karşılık sabah erken kalkanın o gün için kullanabileceği yere tezgah kurmasına izin vermek suretiyle tembellik ve gevşeklik göstermeden ticarete sarılmasını özendirip ticari hayata canlılık kazandırmak gibi gayelere matuf olsa gerektir. Halifeler de yine bu kurala özen göstermişlerdir.

Pazarlarda haksız fiiller de bu dönemde tespit edilmiş ve yasaklanmıştır. Bunlardan bir tanesi aldatıcı reklam uygulamasıdır. Asr-ı saadetteki reklam yöntemlerinin olumsuz boyutunu yansıtan en güzel örnek yalan yere yemindir. Kuran ayetiyle de ifade edilen bu durum çok net bir şekilde yasaklanmıştır.